Salı, Haziran 20, 2006

 

bisiklet ve elyapımıprojeksiyon ve elyapımıbelgesel ve elyapımımüzik

Uzun süredir aynada göbeğimi her gördüğümde almak istediğim, ama bir şekilde bir engel çıkıp alamadığım bisikleti en sonunda aldım. Bir kaç hafta süren araştırmalarım sonucunda, başlangıç için yeterli, ama aynı zamanda arzu ettiğim kalite ve donanımda (alüminyum kadro, maşa, ön süspansiyon, şimano ekipman vs.) ve emsallerine göre daha uygun fiyatlı olan salcano NG450 modelinde karar kıldım. işe hergün onunla gidip geliyorum. tabi bunda daha alalı bir gün olmasının da etkisi var. Ama kararlıyım ya bu göbek eriyecek, ya bu bisiklet parçalanacak.

Dostum Barış geçen gün msn de, elyapımıprojeksiyon için kolları sıvamış bir grup güzel insandan bahsetti. Piyasada bulunan cihazların 1/3 - 1/4 ü maliyetine gayet tatminkar sonuçlar veren projeksiyon kutularını, başlangıç için çok az teknik bilgiyle yapabiliyorsunuz. Başlangıç için diyorum çünkü bilgi ve tecrübe paylaşımını temel almış sitede bir kaç saat geçirince kendinizi "şu merceği şuraya yerleştirsem, aynayla objektif arasını kaç cm. yapsam" derken bulup, saatler önce fazla fikriniz olmayan bir konuda, kayda değer bilgi sahibi oluyorsunuz. Beni asıl mutlu eden milyarlarla (eski parayla konuşuyorum) ifade edilen fiyatlar yerine 300-850 milyonluk maliyetlerin hesap edilmesi değil, tüketmeye programlanmış günümüz insanının, (adı üstünde tüketim toplumu) epey kalburüstü olarak tanımlanabilecek bir cihazı, kendi imkanlarıyla, kısmen de olsa üretmeye yönelik çalışması ve bunu kar getirecek bir "büziniz" olarak görmek yerine, diğer insanlarla paylaşmaları. Böyle şeyler geleceğe olan umudumu arttırıyor desem çok mu iyimser düşünmüş olurum.

Bir de nihayet Fatih Akın'ın İstanbul Hatırası (Köprüyü Geçmek) belgeselini izledim. Hani böyle çok lezzetli yemekler vardır tadından yenmez, bu yüzden ana yemek olarak değil de aperatif, tadımlık yapılır ki tadı damağınızda kalsın. Bu da öyle işte; doyurucu değil, tadımlık. Bu yüzden tekrar tekrar izlemek geliyor insanın içinden ama cılkını da çıkarmamak lazım. Biraz hazmedip tekrar seyretmek, ya da farklı insanlarla izlemek gerek ki yabancılaşmayasın. Özetle; ortak müziğimizin kilometre taşları olan devlerinin yanında, farklı ve iyi işler yapan, yeni popülerleşen, hatta popüler olmamayı seçmiş müzisyenlerin, geçit resmine şahit oluyorsunuz. Adını duyduğum ama daha önce dinleme şansına eremediğim siya siyabent adlı sokak çalgıcıları buna örnek. Böyle az bilindik gruplara rastladıkça (mutlaka belirli çevrelerde az bilindik değiller, popüler akımın dışında oldukları için bu söylemi seçtim) paylaşmaya çalışacağım. Albüm çıkarmayı seçmemişler ama kayıtlı demolarına ulaşılabilecek linkleri ekşisözlük ten "yatağımın etrafında nöbet tutan 13 melek" mahlaslı kullanıcı vermiş; ben de kopi-peyst marifetiyle

http://rapidshare.de/files/4597050/siyabend1.zip.html http://rapidshare.de/files/5017660/siyabendkaragunes2.zip.html http://rapidshare.de/files/5046723/siyabentkaragunes3.zip.html http://rapidshare.de/files/5083919/siyabendkaragunes4.zip.html http://rapidshare.de/...9/siyabendkaragunes5.zip.html

buraya geçiyorum.

Şimdilik bu kadar, uykum geldi. Esenkalın...

Perşembe, Haziran 15, 2006

 

karapaks

"Müzikte yenilikçi olmanın yollarından biri çalgının akordunu değiştirmek midir?" diye soruyorsanız, karapaksın yeni çıkan (ya da çıkacak) albümü belki bu sorularınıza cevap verebilir. Şimdiilik sadece "yarın cennet olacak" parçasının kısa versiyonunu dinleyebildim. Mavisakalın "iki yol" parçasını çağrıştırıyor, zira bu da Kaan Altan bestesi. Klibi andıran videoyu ise Emre Özbay yapmış.

Karapaks'ın sitesi:
http://www.karapaks.com/

Emre Özbay'ın sitesi:
http://www.sinekkavanozu.com/

Videoyu indirmek için:
http://www.sinekkavanozu.com/karapaks_kisa.mov (quicktime)
http://www.sinekkavanozu.com/karapaks_kisa.wmv (mediaplayer)

Sabit diskinize kaydetmek istiyorsanız lütfen "hedefi farklı kaydet (save target as)" seçeneğini kullanınız, kullandırınız.

Şimdilik bu kadar yazalım, sonra devam ederiz.

Cuma, Haziran 02, 2006

 

nerde o eski baharlar

tamam "nisan mayıs ayları gevşer gönül yayları" diye atasözleri üretmiş bir toplumun mikrobuyum, ama bu kadar da gevşenmez ki canım. şuraya bak iki aydır bi selam, iki çift laf yok. hani buraya yazmasam da vatana millete hayırlı olabilecek işler peşinde koşsam gam yemem. iki ay boyunca yok motorla gezeyim, yok bara gideyim, aman deniz eksik kalmasın... bi de utanmadan kendi tembelliğime kılıf, baharı suçluyorum. yaz geldi bakalım o zaman ne bahane bulacağım. tamam geziyorsun tozuyorsun da hiç mi bilgisayarın başına geçmiyorsun be adam? oturuyorum ama o zaman da yok bakayım ekşisözlükte ne yazmışlar, komik siteler var mı, torrent ne işmiş, aha bu filmi indireyim, aaa rise of nations buldum epeydir oynamamıştım deyip blogun adının hakkını verecek bir rutinlikte devam ettik. ha bu arada indirdiğim oyun da almancaymış, neyse bi faydası oldu iki kelime almanca öğrendim, sieg zafer, zurück iptal demekmiş.

herneyse gündem de tepetaklak giderken yetişip de bir şey yazamazdım zaten. iki ay sonunda aklımda bir tek karaoğlanın -hala devam eden- kritik durumu kaldı. "hayatımızda bir yere sahip olup da, bunu kaybedince -ya da kaybetme olasılığı belirince- anlamamız bir doğa kanunu mu, yoksa yabancılaşmanın getirdiği bir sonuç mu" sorusunu ortaya atıp, benim bildiğim tek şiirini yazarak bu güzel insan-şair-politikacıya omuz veriyorum.

takalar geçiyor allı yeşilli
takalar geçiyor dümenleri lazlı
takalar geçiyor en nazlı
yelkenlilerden de güzel

güvenli sularda işsiz dönenen
gezi yelkenlilerinden çok duyarak denizi
takalar geçiyor enginlere
yamalı göğsünü gere gere

takalar geçiyor yükle yürekle
takalar geçiyor emekle dolu
günlük güneşlik kıyılardan kopmuş
denizlerde anadolu

kıyılar kadın olmuş
açılır gider erkeği
takalar takalar
toprağın denizde çarpan yüreği

...
madem çok bekledik biraz uzun yazalım; mayısın 22 si ya da 23 ünde şöyle bir siteye denk geldim:
http://www.savelivesinmay.com
hazirana girdik hala bir numara yok. o kadar da bulgur, makarna, konserve stoklamışdık, hepsi kurtlanır şimdi. aynı adamlar iki ay sonra başka bir senaryoyla gene çıksalar gene inananlar çıkar sanırım. felaket tellallığı her zaman en gözde mesleklerden biri olmuştur nedense. ya da insanlar sıradan, doğal, olabilme ihtimali yüksek şeylere değil de, felaketlere, mucizelere, imkansızlara inanmayı daha çok seviyor. ne diyim allah müstehakınızı versin.

This page is powered by Blogger. Isn't yours?